Telefonum
çaldığında açmadığım, onu sokakta caddede gördüğümde kaçtığım
bir zat-ı muhteremle artık kaçacak yer bulamadığım bir anda
boş bir anıma gelip çalan telefonumu açtım. Telefonun diğer
ucunda bu zat-ı muhteremin hiç hoşlanmadığım ses tonuyla
karşılaştım ‘nerdesin seni arıyorum, görüşelim.’ Bir an
vücudumda bir soğukluk hissettim. İstemiyordum. Onu atlatmam
lazımdı. Bir kez kekeledim. ‘Semerkant’tayım’ dedim. Önce
şaşırdı. ‘Özbekistan’dasın yani… Peki ne zaman döneceksin’
diye sordu. Ne söylediğini önce anlayamadım. Ardından bende
jeton düştü. ‘Bilmiyorum, dönünce seni ararım’ dedim
rahatlamış bir ses tonuyla. Onu atlatmıştım.
Benim
Semerkant maceram böyle başladı. Bir de Kemal var orada. Onsuz
Semerkant boş bir dükkana benzer. O, kitapların (ve oraya
gelen birbirinden güzel kızların) arasından coşkuyla karşılar
beni. (Kemal karşılıyor ama o güzel kızların arasından biri de
çıkıp karşılamadı… O ayrı.) Onun bu sıcaklığı kitabevinin her
yerine sinmiştir. En ufak bir sevgisizlik görmedim ondan.
Söylüyorum çok iyi arkadaşımdır. İstanbul dışında yaşayan bir
çok insan benim bir kitabevim olduğunu düşünür. Düşünsün de
evet burada sizlere de itiraf ediyorum: SEMERKANT BENİM! Buna
hiçbir zaman hayır demedi.
Biz çok iyi
arkadaşlarız.
En güzeli
de bu.
Kitap,
dergi, entelektüel ortam, kızlar, bütün bunların hepsi güzel
de…
DOSTLUK HER
ŞEYİN EN GÜZELİ.
AYHAN
BOZKURT
|