“Ne kadar zaman oldu?”
Semerkant Kitabevi’ni ve kitabevinin ‘her
şeyi’ Kemal Koçak’ı düşündüğümde kendime
sorduğum ilk soru bu. 1999 baharından bu
yana devam eden, arkadaşlıkla başlayan ve
giderek dostluğa dönüşen bir ilişki. Başka
tanışıklıkların ve arkadaşlıkların
doğmasına da imkan veren güvenli – sıcak
bir ortam.
Bir kitabevinin sitesinde
yayımlanacak ve belki de Semerkant’ı hiç
bilmeyenler tarafından da okunacak bir
yazı, ne kadar kişisel olmalı, mesafesini
hangi ölçüde tutmalı? Bazen mesleğimin
gereğini yerine getirirken, beni haberci
olmanın da ötesinde / öncesinde bir insan
olarak doğrudan ilgilendiren meselelerle
ilgili yazı yazdığımda da benzer bir soru
soruyorum kendime. Ama öyle anlarda
cevabım çok net oluyor: Gazeteci olmanın
avantajını kullan! Bir meseleyi
olabildiğince geniş kitlelere duyurmanın
yolu, konuyu tüm ayrıntılarıyla ve her yaş
kesimi ve eğitim düzeyinden okurun
algısına hitap edecek açıklıkta yazmaktır.
Böyle yaptığım vakit, mesleki
sorumluluğumun yanı sıra toplumsal ve
duygusal sorumluluğumla da uyum içinde
olabiliyorum. Fakat bu kez –şu ana kadar
metnin içinde ısrarla, ‘ben’ olarak yer
almamdan da anlaşılacağı üzere- duygusal
davranıyorum. Kemal ile uzun
sohbetlerimizi, bu sohbetlere zaman zaman
ortak olan başka müdavim ve ziyaretçileri,
elbette kahve eşlikli dedikodu
seanslarımızı ve daha pek çok ayrıntıyı
hatırlıyorum çünkü. Bilmem ki… Belki başka
kitabevlerinin başka müdavimleri de o
başka kitabevleriyle ilgili benzer şeyler
hissediyordur. Ama bana öyle geliyor ki,
Semerkant, İstanbul’un en özel kitapçısı.
Aradığınız her kitabı bulur musunuz? O
anda değilse bile Kemal ne yapar, eder,
aradığınızı bulur. Hizmette sınırı var
mıdır? Vardır tabii; adres ve korsan kitap
sormaya kalktığınızda kovalanırsınız! Bir
ürünü pazarlamaya çalışır gibi görünmeden,
cümlemi reklam sloganına dönüştürmeden
Semerkant’ın şahane bir yer olduğunu nasıl
söyleyebilirim?
Semerkant’ta buluşmak
üzere… Uzun uzun yıllar boyunca…
Sema Aslan
|